ÇEŞMELER


Testiye değen suysa da, akıp gidiyor zaman. Bir çeşme başında soluklanıyor oyundan yorulmuş çocuklar.

Dedim ya su gibi, akıp gidiyor zaman… Şu kocaman adamlar, dün oyundan yorulup çeşmeye koşan çocuklar…
Çeşme kelimesi Farsça’da “göz” anlamındaki çeşmden gelmektedir. Su çıkan kaynak, pınar ve gözlere çeşm denilmesi, bunların akıtıldığı yapılara çeşme adının verilmesine sebep olmuştur.
İslâmiyet suya büyük önem vermiştir. Hz. Peygamber’e sadakanın en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda “Sadakanın en faziletlisi su teminidir” buyurmuştur. Resûl-i Ekrem’in bu konudaki teşvikleriyle ashaptan malî durumu iyi olanlar kuyular vakfetmişlerdir.
Kaç dudağa değdi kim bilir. Şükürsüzünü de gördü, şükredenini de. Hayırlısına da ikramda bulundu, hayırsızına da. İnsana da kuşa da kediye köpeğe de. Bir çeşme gibi olmalı insan; dileyene vermeli bağrında ne varsa ayırt etmeden.
Su, yalnızca bir hayat kaynağı değil, bir medeniyet ve kültür göstergesidir. Zamanla mimariden, edebiyata, resimden musikiye kadar geniş bir alana etki eden çeşmeler Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olmuştur.
17. Asrın başlarından itibaren İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun her köşesi inşa edilen çeşmelerle başka bir zarafet kazanmıştır. Topkapı Sarayı önündeki Sultan III. Ahmet Çeşmesini gören yabancılar “Bu şaheserin bir fanusa alınması gerektiğini söyleyerek hayretlerini dile getirmişlerdir.” Yine Beykoz İshak Ağa Çeşmesi adeta cennet sularını tasvir etmektedir.
Eski evlerde şimdiki gibi musluklar yoktu. Variyetli kimseler ücreti mukabili sakalardan, fakir halk ise çeşmelerden su ihtiyaçlarını karşılarlardı.
Çok vakit geçmiş olamaz, daha dün gibi; insanlar çeşmelerle iç içe yaşar, çeşme başı sohbetlerle en acı ya da en müjdeli haberleri komşularına taşırdı. Ve sokak denilen şey çeşmelerle hayat bulurdu.
Terkos Şirketi’ne 1874’te  verilen imtiyazla İstanbul’da evlere su dağıtımı başlanmış, diğer Anadolu şehirlerindeyse 1950 sonralarına kadar su bağlanamamıştır. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Fonksiyonunu kaybeden çeşmeler bir bir kurudu. Bir müddet yaz aylarında susamış dudaklara ab-ı hayat olmuşsa da şehir şebekesine güvenin azalması ve şişe suların yaygınlaşmasıyla hayatımızdan yavaş yavaş çıktı.


İlçemiz çeşmelerinden; Çarşı Cami Çeşmesi, Şehit Fethi Caddesi girişindeki Çınar Çeşmesi ve Adnan Menderes Bulvarı üzerindeki Ali Vasfi Çeşmesi bugün yok. 1960 yılında Küşlu Park'ta Habibe Can adına yapılan çeşme sembolik olarak duruyor. Çamçeşme mahallesindeki Çınar Dibi çeşmesi ile Yayalar ve Şeyhli köylerinden kalma bir kaç çeşme fonksiyonlarını kaybetmiş, Yayalar Köyü Camiinde Ayna taşı Medusa Başlı bir lahitten yapılan şadırvan ise görülmeye değer.

Ertuğrulgazi Mahallesi Fatih Sultan Mehmet caddesi üzerinde bulunan Hüsnü Özyapraklı tarafından 1991 senesinde inşa edilen çeşme ise halkın içme suyu ihtiyacını karşılamaktadır.


Çeşmelerimizin hazin hikayesini  Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun dizeleriyle sonlandıralım;
İstanbul’un çeşmeleri
Genç yaşta sütü kurumuş analar gibi
Gah damarları burulmuş
Bırakmış kendini sırtüstü güneşe
Çöp tenekesi olmuş
Kiminin ocağına incir dikilmiş
Kiminin diri diri dilleri sökülmüş
Kiminin yerlerinde yeller eser
Taşıyla mermeriyle harman savrulmuş.
                                                                                                             Zübeyir Tolga Çiler