RUH VE MADDE

İlk çağlardan itibaren insanlar manaya ulaşmak için maddenin etkisinden faydalanmışlardır. Mimari, plastik sanatlar, hat ve kaligrafi, dokuma ve bir çok sanat dalı bu anlamda birer katalizör olarak kullanılmıştır.

İşte tüm azametli tapınaklar, heykeller, resimler vs bu güdülemenin etkisiyle dinsel alanda etkili olmuş aynı zamanda gelişim göstermiştir. Yukarıda anlatılan durumun bizdeki en canlı misali Eyüp Sultandır. Fatih Sultan Mehmet fethettiği yeni şehre İslam ruhunu üflemek için, işe Haz. Halid bin Zeyd’in türbesi ve camiinin inşasıyla başlar.

Sahabe kültü etrafında yapılaşmaya başlayan semt, zamanla Müslümanların gözdesi haline gelir. Peygamberi hanesinde misafir eden sahabeye misafir olmak isteyen İstanbullular Eyüp Sultan Türbesi’nden Pierre Loti’ye uzanan büyükçe bir mezarlık vücuda getirirler. Eyüp Sultan çeşitli tarikatlerin gözde mekanlarından biri haline gelir.

Bektaşiye’den Nakşibendiye’ye yüzlerce tekke ve zaviye semtin çeşitli mahallelerine dağılır. Peşi sıra inşa edilen camiler, türbeler, hazireler, çeşmeler, sebiller ve çeşitli vakıflarla semt tam bir inanç merkezine dönüşür. Bugün bile Eyüp Sultan manevi atmosferiyle ziyaretçilerini etkilemeye devam etmektedir.

Maalesef ki ruh madde etkileşimin sırrını idrak edemeyen anlayış, panoromik siyer şehri olması gereken Haremeyn-i Şerifeyn-i adeta mahvetmiş. Mescid-i Haram çok güzel.


Mekke camileri son derece basit şekilde inşa edilmiş. Menkıbeleriyle büyüdüğümüz Sahabe-i Kiramın, bir kaçı hariç mezarlarının yerini dahi bulmanız neredeyse imkansız.

Göz yaşlarıyla hikayelerini işittiğimiz Serv ve Hira, bakımsız ve çöp istilasına uğramış. Çocukluk rüyamız olan Bedr ve Uhut’un durumu içler acısı, Medine-i Münevvere’de de durum çok da farklı değil.


Yüzlerce yılın tüm izleri silinmiş her iki şehir de kapitalizmin şaşalı devasa yapılarının gölgesinde mahzun beklemekte...

Zübeyir Tolga ÇİLER