yerelhayat @ hotmail.com

MERHUM ALİ RIZA İÇER

Biz şanslı çocuklardık.

Pendik Lisesi’nde görev yapmış yüzlerce öğretmen var. Bu öğretmenlerden biride efsane isim Biyoloji öğretmeni Ali Rıza İçer’dir.

Ali Rıza İçer; 175 -180 boylarında 75-80 kilo ağırlığında, yuvarlak yüzlü, hafif kıvırcık saçlıdır. En belirgin özelliği elindeki çok gözlü çantası ve sırtından hiç çıkarmadığı beyaz önlüğüdür.

Türk Eğitim Sen 2 nolu şubede bir iki öğretmen bir masa etrafında oturmuş çay eşliğinde sohbet ediyoruz. İçeriye giren Hikmet Akyazıcı, “Hepinizi az çok tanıyorum, sen coğrafya öğretmeni, sen tarih öğretmeni, sen matematik öğretmeni, sen de gazetecisin. Hemen şimdi söyleyin, kim bana bir muhabbet kuşunun sindirim sistemini çizer”

Hikmet Bey lafını bitir bitirmez, “Ben” dedim. Hikmet Bey, gözü ile masayı tarayıp, başka biri ses çıkarmayınca: “çiz” dedi. Kendimden emin, muzaffer bir komutan edasıyla:  “Bana bir kâğıt kalem verin” deyip, başladım çizmeye.

Pendik Lisesi (orta)  2/C sınıfı öğrencisiyim. Sınıfımız ikinci katta demir yoluna bakıyor. Ben, kapı tarafındaki sıralardan üçüncü sırada oturuyorum. Yanımda Osman, öndeki sırada Hadi Salihoğlu ve Ali Özcan, arkadaki sırada Engin Şami ve Mustafa Kaya var. Çam kenarındaki sıralarda oturan kızlar; Leyla, Nevin, Ayşe ve Filiz. En arkada Fethi kurtuluş ve Selçuk Çıkrıkçı.

Biyoloji öğretmenimiz Ali Rıza İçer, hepimizin sevdiği ve saydığı, giyimi ve kuşamı ile şık ve zarif, öğrenciye davranışı ile babacan, ders anlatışı ile öğretici, tahtayı kullanışı ile planlı ve becerikli, notu ile adil, öğretme arzusu ile dolu, öğrenci ile tek tek ilgilenen örnek bir öğretmendi. Dersi derste öğretir, öğreneni baş tacı eder, çabalayanı destekler, tembeli pek sevmezdi.

Yazılı oluyoruz. Tahtada on soru var. Soruları kâğıda yazmadan, numara koyup, bildiğimiz soruları cevaplıyoruz. Sorular sıradan sorular olup, bilen için kolay, bilmeyen için zor. Her kes kafasını öne eğmiş,  kâğıdı ile meşgul. Kimi yazıyor, kimi çiziyor. Sınıfta çıt yok.

Her kesin kâğıdıyla meşgul olduğu o sessizlik ortamında: bi “pat” sesi geldi. Sessizlikte bomba gibi yankılanan ses bizim sırada yere düşen bir defterin sesiydi. Ali Rıza Bey, seri bir hareket ile yanımıza gelip, “Ne oluyor burada? Kim bu kopyacı?” dedi. Yanımda oturan arkadaşım, ayağa kalarak, “Valla billa ben değilim” dedikten sonra, sıranın altına eğildi, yerdeki defteri alıp, öğretmenimiz Ali Rıza Bey’e uzatarak: “ Hocam, bu defter benim değil” dedi.

Biyoloji öğretmenimiz Ali Rıza İçer, dersi;  irticalen anlatır, anlatırken de tahtaya konu ile ilgili renkli şekil çizerdi. Ressam edasıyla çizdiği biz öğrencilerin büyük bir hayranlıkla incelediği o çizimlerin her birinde ayrı bir ders vardı.

Mesela kan dolaşımını çizerken; temiz kanı kırmızı, kirli kanı mavi renkli tebeşir ile çizerken kalbi beyaz tebeşir ile çizmesi sıradan bir çizim değildi.  Temiz kan kırmızı, kirli kan mavi olabilirdi ama kalbin beyaz olmasının mantığı neydi? Beyaz; temizliğin, saflığın ve saydamlığın işaretiydi. Tahtadaki kalp beyaz ise herkesin kalbi de beyaz / temiz olmaydı.

Biz çalışkan öğrenciler, tahtaya çizilen şekli defterimize çizer, öğretmenin anlattığını deftere yazardık. Yazardık çünkü bizim zamanımızda bir birinden biraz faklı biyolojik kitapları vardı. İki başlık altında toplayabileceğim bu kitaplardan biri botanikçilerin yazdığı bitki ağırlıklı kitaplar, diğerleri zoolojicilerin yazdığı hayvan ağırlıklı kitaplardı. Biz kitap kurtları için çözüm ya hocanın notları ya da iki kitabın özetiydi.

 

Sırada iki kişiydik, yere düşen defter, ikimizin arasında ve tam ortamızdaydı. Yanımdaki ısrarla “Ben kopya çekmedim, defter de benim değil” diyordu. Merhum Ali Rıza İçer: “Biliyorum, bu defter senin değil, Mustafa’nın, bak, defterin üzerindeki etikette de Mustafa Telli yazıyor, yazıyor ama bu defteri sıranın altına koyup, açan, kopya çekmeye çalışan sensin.  Mustafa kopya çekmez, Mustafa’nın kopya çekmeye ihtiyacı da yok. O yazılılardan ya 95 ya da 100 alır:” dedikten sonra Ali rıza içer Bey, benim kâğıdımın üzerine 95, kopyacının kâğıdına da kopya ve sıfır yazdı.

Gelelim Hikmet Bey’in sorusuna: Kâğıdı, göz kararı ile dört bir yandan ortalayarak sindirim sistemini bir kuş gagası ile başlatıp, aşağıya doğru yutak, kursak, mide, karaciğer, safra kesesi, pankreas, taşlık, ince ve kalın bağırsak diye devam edip, organ ve kısımların isimlerini yazıp, anüs ile noktayı koydum.

Hikmet Bey, “Abi, sen liseyi bitireli 30- 40 sene oldu. Bu ne bilgi, bu ne hafıza” değince lafı ağzına tıkadım. “ Hikmet Bey, Biraz kafam çalışır, eh biraz da zeki ve çalışkanım da ama tüm bunlardan öte ben Merhum Biyoloji Öğretmeni Ali Rıza İçer’in öğrencisiyim dedim.

Ali Rıza İçer Bey, çok iyi bir öğretmendi, öğrenciye davranışını ders anlatmasını çok beğenir, onun gibi öğretmen olmak isterdim. Üniversite seçiminde eğitim fakültesini tercih etmemin sebebinden biri de tabi ki işte bu Ali Rıza Bey'dir.

Üniversite yılları ve sonrasında uzun süre mektuplaştığımız Ali Rıza Bey gibi eğitimin önemine inanmış, mesleğini seven, öğrencinin öğrenmesi için canını dişine takan, sabır ve sevgi timsali, Türk devletine ve Türk milletine âşık ve bu aşk ile çalışan, öğretmenler şimdi yok. Yok, çünkü öğretmenin mesleğine ve bilgisine güvenen o anne ve babalar yok.

Pendik Lisesi, büyük bir camia, Biyoloji öğretmenimiz, Merhum Ali Rıza İçer; hepimizin sevdiği ve saydığı, giyimi ve kuşamı, öğrenciye davranışı, ders anlatışı, tahtayı kullanışı ve öğretme arzusu ile örnek ve önder bir öğretmendi.

Osman ile zaman zaman da olsa görüşürüz. “Kim bu Osman derseniz” arkadaşım derim. Dün çocuk ve öğrenciydik, olay da orada kaldı. Ancak yere düşen o defter, diğer defter ve kitapla gibi hala kitaplığımda dersem ne dersiniz?

Bizler; çok iyi öğretmenlere sahip şanlı çocuklardık.

 

Emekli öğretmen

MUSTAFA TELLİ